Erken Çocukluk Döneminde Dayanıklılık(Rezilyans)* Üzerine Araştırmalar
- Kumkurdu Anaokulu

- 5 days ago
- 4 min read

Dünya genelinde, çoğu zaman sözde “gerçeklerin” loş alacakaranlığında dolaşan rahatsız edici haberler yayılıyor. Ele aldığımız söylentilere ya da gerçekten de gerçeklere göre, Irak’taki görev turlarından ABD’ye dönen savaş gazilerinin orantısız bir kısmı intihar ediyor. Vietnam Savaşı’ndan sonra, farklı taraflardan, askerlerin büyük çabalarla günlük sivil hayata yeniden dönebildiklerine dair anlatılar geldi. Avrupa’daki insanlar da barışı koruma göreviyle yurtdışı operasyonlara gönderilen NATO askerlerinin travmayla başa çıkabilme becerileri konusunda endişe duyuyorlar.
Soru şu: Bir birey yaşamındaki travmatik ya da başka şekilde sarsıcı olaylarla nasıl başa çıkar? Bu soru çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de geçerlidir.
Bu sorulara yönelik araştırma esasen dayanıklılık çalışmasıdır—aşılması “imkânsız” deneyimleri yenme, işleme, ruhun (zihinsel) direnç gücünden yararlanma (resilire = geri sıçramak, yeniden toparlanmak). Bu araştırma, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, insanların, aralarında savaş ya da mahkûmiyet deneyimlerini içsel olarak aşan ve ruhsal yaraları iyileştikten sonra “normal” bir yaşama dönebilenler olduğu gerçeğiyle yüzleşmeleri üzerine ortaya çıktı. Buna karşın, bu deneyimlerin üstesinden gerçekte hiç gelemeyen ve savaş travmasından muzdarip olmaya devam edenler de vardı.
Soru şu şekilde ortaya çıktı: Bu deneyimleri içsel olarak aşabilme yetisi neye bağlıdır? Bir çocuğu hayatın darbelerine karşı güçlü kılan nedir, bir başka çocuğu çok daha duyarlı tepkiler vermeye iten nedir? Büyük doğal afetlerden etkilenen bölgelerden—savaş alanlarının aksine—insanların yaşadıkları kalıcı travmalar ve bunlarla başa çıkıp çıkamadıkları hakkında nispeten az şey duyuyoruz.
Dayanıklılık üzerine yapılan araştırmalar, özellikle eğitimciler açısından kayda değer önemde çeşitli sonuçlara ulaşmıştır. İlk mesele, ruhun direnç gücünün kalıtımla açıklanıp açıklanamayacağıdır. Ebeveynlerin içsel gücü varsa, bu güç çocuklarına aktarılır mı? Sayısız çalışmaya göre durum böyle değildir. Dayanıklılık kalıtsal değildir. Bununla birlikte, dayanıklılık çocukluğun erken çocukluk dönemindeki deneyimlerle kesinlikle bağlantılıdır. Bir araştırmacı bunun ilk dört ya da beş yıla ait bir mesele olduğunu düşünürken, bir diğeri tüm çocukluk dönemi—yani onuncu yıla kadar—önemlidir demektedir. Bu zamanlamaya dair farklı görüşleri bir kenara bırakırsak, üzerinde uzlaşılan nokta şudur: Ruhun direnç gücü ya da dayanıklılık, çocuklar aşağıdaki beş deneyimi yaşamışlarsa beslenir ve gelişir

1. Tek Bir Kişiyle Güvenilir, Stabil Bir İlişki
Bu kişi mutlaka anne olmak zorunda değildir, fakat başlangıçta tek bir kişi olması gereklidir. Daha sonra bu kişiye başkaları katılabilir. Nörologlar da yaşamın başında ilişki kurulacak yalnızca bir kişi olması gerektiğini belirtir. Daha sonra çocuğun ilişki çevresine ikinci, ardından üçüncü ya da dördüncü kişi eklenebilir—yalnız başlangıçta değil.
2. Otoriter (Yetkin) Bir Yetiştirme
Bu, çocuğun, (yetiştirilmesinde yer alan) başkalarının onun yerine karar verdiği ve kendisinin karar verme gereksiniminden tamamen azade olduğu temel deneyime ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Yalnızca başkalarının doğru kararları verdiği deneyiminden çocuk yaşamda bir güven duygusu—başka bir deyişle, itimat—kazanır. Bu deneyim hafife alınamaz. Çocuk içsel olarak şunu bilir: “Baştan, benim için neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış, neyin sağlıklı neyin sağlıksız olduğuna başkaları karar verir.” “Dünya devralabilir; her koşulda çevreme güvenebilirim” hissinden derin bir güvenlik duygusu doğar.

3. Örnekle Öğrenme
Bunun iki yönü vardır. Bir yandan, ahlaki bir nitelik derin bir izlenim bırakır: Çevredeki insanların davranışları yoluyla çocukların deneyimlediği şey, onlardan talep edilenlerle tamamen uyumlu olmalıdır. Çocukların televizyon izlemesi yasaklanırken, onlarla ilişki kuran kişiler sınırsız televizyon izlerse, çocukların çevrelerini bir bütün olarak kavrayışı çatlar. Buna birçok örnek eklenebilir. Öte yandan başka bir mesele daha söz konusudur. Kanadalı psikolog Albert Bandura, insan beynindeki sözde ayna nöronlarını ve etkinliklerini keşfettiğinde, genel olarak çocukların öncelikle zekâlarıyla mı yoksa taklitle, “böyle yaparak” mı öğrendikleri gibi ilginç bir soru ortaya çıktı. Bandura genç çocuğun taklit yoluyla öğrendiğini, biliş yoluyla değil, güçlü biçimde savundu; bunu konuşmayı öğrenme süreci üzerinden etkileyici şekilde belgelendirdi.
Bugüne dek öğretim uygulamalarında, on yaşına kadar çocukların durmaksızın kafaya bilgi kazımaktan ziyade taklitle daha kaygısız öğrendiği fikrine nadiren rastlanır. Örneğin aritmetiğin öğrenilmesi sürecinde, zihni zorlamak yerine alışkanlıklar geliştirilerek çocuk dışsal olarak öğrenirken özgüven geliştirir. Alışkanlığın kesinliğiyle kendini onaylanmış hisseder. Burada tarif edilen araştırma—antroposofik-antropolojik bir çevreden değil, geleneksel deneyden türetilmiştir—Rudolf Steiner’ın yaklaşık on ikinci yaştan itibaren entelektüel ya da bilişsel öğrenmenin giderek daha çok önem kazandığı yönündeki ifadesini teyit eder. Yalnız Steiner’de bu öğrenme yaklaşımındaki değişim “yargı oluşturabilme” olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, öğrenme süreci giderek çocuğun ayırt etme güçleri tarafından yönlendirilir ve belirlenir; artık alışkanlık tarafından değil.
4. Zamana Nitelikli Yaklaşım
Yaşam duyumuz açısından sabah ile akşam arasındaki fark nedir? Sonbahar ile ilkbahar, yaz ile kış arasındaki fark nedir? Hristiyan bağlamında Paskalya Bayramı’nın Noel’den farkı nedir? Ya da İslami bağlamda, örneğin Şeker Bayramı’nın Ramazan’ın başlangıcından farkı nedir? Çocuk zamanın düzenini nasıl deneyimler, onun zamanı deneyimlemesine nasıl yardımcı oluruz? İşte oldukça basit bir örnek: Ben daha epey küçükken, Hollanda’da Kraliçe’nin doğum günü ilkbaharın sonunda kutlanırdı. O mevsimde lunaparka gider ve günü kutlamak için tahta çubukta pamuk şeker alırdık. Çocuk aklımızda bu pamuk şeker, Kraliçe’nin doğum günü kutlamasının özüne dönüştü. Pek çok biyografide mevsimlerle bağlantılı ritüeller anlatılır. Yatağa gitmenin basit bir gerçeği de vardır. Yorgun olduğumuz için rastgele yapılan bir faaliyet midir, yoksa (güne veda ettiğimiz) bu ana ait, sabah uyanmaktan tamamen farklı küçük bir ritüel var mıdır? Waldorf anaokullarında ve okullarında zamanın ele alınış biçiminden, bu şenliklerin sırf şenlik olsun diye değil, bir gelişim sezgisinden hareketle kutlandığı görülür. Yaşamına şekil vermek isteyen, yalnızca olaylar tarafından “yaşanmaya” razı olmayan herkes zamana şekil vermek zorundadır.
5. Olumlu Okul Deneyimi
Dayanıklılık için bu temel neredeyse açıklama gerektirmez. Yine de, bugün hâlâ okulun ilk yıllarında yaşanan olumsuz deneyimlerin kalıcı etkilerine yeterince dikkat edilmediğinin altı çizilmelidir.
Pek çok eğitim travması, bireyi yaşam boyu takip edebilir; okulun (ya da öğretmenlerin) çoğunlukla farkında olmadığı yaralar. Başka bir deyişle, okulda ruh hâline dair atılan temel, çocukların yetişkinliklerine dek kilit rol oynar; okulların ve öğretmenlerin “öğrencilerimizin hâli nasıl?” diye sorması için önemli bir nedendir. Bu, okulun öğrencilerin krizlerden geçmesi gereken bir yer olduğunu inkâr etmek değildir. Mesele, güçlüklerin aşılması ve öğrencilerin kendilerini öğretmenleri tarafından yeterince kabul edilmiş hissedip hissetmedikleridir.
Yukarıdaki anlatımı okuduktan sonra, eğitimin temel gerekliliklerini tanımakta zorlanmayacağız; bunların çocuğun dayanıklılığını geliştirmeye dayanması gerekir. Ancak burada dayanıklılığın yalnızca bir yönüyle ilgileniyoruz. Bir başka yön, sözde acil durum deneyimlerinden kaynaklanan eğitimle ilgilidir. Doğal afetlerden ya da savaş felaketlerinden sağ kurtulan çocuklara nasıl yardımcı oluruz? Günümüzde biliyoruz ki, çocukların travmayı işlemesini her şeyden çok mümkün kılan şey sanat ya da sanatsal etkinliktir. Sanatsal pratiğin hijyenik etkisi pek çok yerde belgelenmiştir ve sanattan gelebilecek iyileştirici gücü doğrular. Sanat, eğitimin her biçiminin tam entegre bir unsuru hâline gelmelidir.
Çeviren: Candan Çalışkan
*"Rezilyans" kelimesi Doç.Dr.Mine Göl Güven tarafından Türkçe'ye "yılmazlık" olarak çevrilmiştir. Kumkurdu Anaokulu eğitmenleri olarak bu çeviriyi benimsemiş olsak da yaygın kullanımda "dayanıklılık" kelimesi yer aldığı için yukarıdaki makalede de rezilyans, dayanıklılık olarak çevrilmiştir.



Comments