top of page
Search

Ellerin Hareketi Aklı Şekillendirir



İnsan eli çok özel bir organdır. Uzun süreli bir Waldorf öğretmeni olan Arvia Mackaye Ege, yıllarca el işi öğretmenliği yapmış ve insan varlığı ve eğitimi için ellerin özel rolünü ve önemini güzel bir şekilde tanımlamıştır:


"İnsanın dik durmasi ve ellerinin yerle temas etmiyor olması, onları zaman içinde en harika araçlar haline getirmiştir. Ellerin şekli, beş ince, hareketli parmağın, avuç içinin sakin merkezini çevrelemesi, beş köşeli yıldız, pentagram ile olan bağlantısını ima eder—örneğin gül ailesinde bulunan ve aynı zamanda insanın kendisine temel olan o özel yaratıcı biçim! Dokunma duyusunun bir organı olarak, eller hissedebilir, kavrayabilir, hareket ettirebilir, şekil verebilir, birbirine karıştırabilir ya da diğer nesneleri birbirine bağlayabilir. Aynı zamanda, ruhun içsel emirlerini ifade eden serbest jestler yapmak için de kullanılabilir. Bütün bunların sonsuz varyasyonları sayesinde, eller, insanın en yaratıcı ve aynı zamanda en özgeci organlarından biri haline gelmiştir. Rudolf Steiner, elleri ritmik sistemin gözleri olarak tanımlamıştır. Ve elleriyle çok çalışan biri, bu organlar olmadan varlığının önemli bir parçasının kör olacağını gerçekten hissedebilir. [Ellerin ritmik kullanımı] beyin hücrelerinin gelişimi üzerinde hareketli, canlı bir şekilde çalışır, böylece [çocuğun] fiziksel beyni, "canlı düşünce" için çok daha esnek ve hassas bir araç haline gelir ve düşüncelerin açık, güçlü ve hareketli bir şekilde örülmesini sağlar, bu süreç yetişkinlikte de devam eder."


Zihnimiz ve Ruhumuzun Dokuması


Nörofizyolojik araştırmalar, "ellerle öğrenme" olarak adlandırılan şeyin bilgeliğini ve etkinliğini giderek daha fazla doğrulamaktadır. Elllerimizin ince motor kaslarındaki çeviklik ve hareketlilik ile beynimizdeki hücresel gelişim arasında, bilişsel kapasitelerimizi destekleyen ilişkiler bulunmuştur.

İsveçli nörofizyolog Matti Bergstrom'a göre:


"Parmak uçlarımızdaki sinir uçlarının yoğunluğu inanılmaz derecededir. Ayrım yapma yetenekleri neredeyse gözlerimizle aynı düzeyde. Eğer çocukluk ve gençlik döneminde parmaklarımızı kullanmazsak "parmak körü" oluruz, bu zengin sinir ağı yoksullaşır—bu da beyinde büyük bir kayıp anlamına gelir ve bireyin her türlü gelişimini engeller. Böyle bir hasar, körlükle kıyaslanabilir. Belki daha da kötüsü, kör bir insan sadece şu ya da bu objeyi bulamayabilir, fakat parmak körü olan kişi onun içsel anlamını ve değerini anlayamaz. Eğer çocuklarımızın parmaklarını geliştirmeyi ve ellerinin kaslarının yaratıcı şekil oluşturma kapasitesini eğitmeyi ihmal edersek, o zaman onların etraflarını çevreleyen şeylerin birliğini anlama yetilerini geliştirmeyi ihmal etmiş oluruz; estetik ve yaratıcı güçlerini engellemiş oluruz.


Kadim geleneklerimizi şekillendirenler her zaman bunu anlamışlardır. Fakat bugün Batı medeniyeti, bilimsel çalışmayı aşırı değerleyen ve gerçek değerleri küçümseyen bilgi odaklı bir toplum olarak bunu tamamen unutmuştur. Biz "değer hasarı" görmüş durumdayız. Yetiştirilme felsefemiz bilim merkezlidir ve okullarımız bu amaca yönelik programlanmıştır... Bu okullar, çevik parmakların ve ellerin yaratıcı potansiyeli için zaman ayırmazlar ve bu da çocuklarımızın — ve tüm toplumun — çok yönlü gelişimini engeller."


Beynimiz, milyarlarca sinir yolunun karmaşık bir dokumasıdır ve içsel bağlantılarla dünya ile bağlantılar kurma potansiyeline sahiptir. “Nöron” adı verilen beyin hücreleri, eski Yunanca kökeninden gelir ve "lif", "ip" veya "kordon" anlamına gelir. Ellerimiz dünya ile etkileşime girdiğinde, yalnızca dış dünyayı aktif bir şekilde hissedip dönüştürmekle kalmaz, aynı zamanda insan ruhu ve onun aracısı olan beyin üzerinde de etki yapar. Ellerimiz; deneyimlerimizle örtüşen, sinir sistemimizde dallanan, iplik benzeri dendritik bağlantılar ve desenler dokumaktadır.


Ellerimiz dış gerçekliğin yüzeylerine dokunup oynadıkça, zihinlerimizin çok boyutlu dokuması üzerinde kişiselleştirilmiş bir halı içselleştirir ve içsel olarak inşa ederiz. Bu deneyimler ne kadar zengin ve derinse, dünya bizim için o kadar anlamlı olabilir. "Anlamlı" kelimesi, Eski İngilizce kökeni "maenen"den türetilmiştir—"akılda tutmak veya hafızada olmak" anlamına gelir. Dünyayı aklımızda buluruz, ama önce genellikle bunu ellerimizde aktif olarak tutmamız gerekir. Ayrıca, "ilgilendiğimiz" şeyler olur. Latince "interesse" kelimesi, kelime anlamıyla "arasında olmak" demektir; çocuk ile dünya arasında bir bağlantı, bir köprü, bir şablon, dünyaya karşılık gelen içsel bir desen kurulmuş olur.


Eski Yunanlılar, düşünme ile dokuma ve el işi arasındaki ilişkiyi sezgisel olarak anlamışlardı; bu ilişki, onların mitlerinde ve efsanelerinde kendini gösterdi. Kültürlerinin ilham verici kadınsı ruhu Athena'ydı, Zeus’un kafatasından doğmuştu. Bilgelik, bilgi, dokuma ve el işi tanrıçası olarak o, akıllı Odysseus’a ilham veren ve rehberlik eden tanrıçaydı ve Odysseus’un kulağına düşünceler fısıldardı. Odysseus’un eşi Penelope, Ithaka’nın büyük salonunda bir tezgahın başında dokuma yapar ve her gece işini çözüp istenmeyen taliplerini zekice alt ederdi. Odysseus ise yeni Yunan entelektüel düşünürünün arketipiydi. Troya’lıları tahta at hilesiyle kandıran kişiydi. Aynı şekilde at da, entelektüel düşünmeyle ilişkilendirilen bir sembol olarak değerlendirilmekteydi.


Nesneleri, Kelimeleri ve Düşünceleri Kavramak


Dünyayı "aklımıza işlemek" için birincil araç, ellerimizin aktif bir şekilde katılımıdır. Yeni doğan ve çok küçük çocuk, gerçeklikle inanılmaz bir açıklık ve özverili taklit ile karşılaşmak için hazır olan milyarlarca aktif nöron ve geçiş yoluna sahiptir. İlk gülümseme bile gelmeden önce, ellerin aktif hareketi hemen annenin memesine ve kısa süre sonra dünyaya doğru uzanır. İki haftalıkken yeni doğanlar, önlerine konulan şeylere elleriyle yönelmeye başlarlar.


Nörofizyolojik dokumanın harikulade sürecini başlatmak için, ellerin öncelikle nesneleri fiziksel olarak kavraması ve manipüle etmesi gerekir. Bebek, yeni dünyayı inanılmaz bir irade ve yoğunlukla kavrar. Yaklaşık bir yaş civarında, çocuk dik durmaya başladığında ve yürümeye başladığında, ellerde de benzer bir gelişim meydana gelir. Eller, parmakların giderek daha bağımsız hareket edebildiği manipülatif organlar haline gelir. Bu, aynı zamanda, ikinci yılın başlarında konuşma yetisi edinme sürecinin başlangıcını işaret eder. Hayatın ilk üç yılında, çocuk, sesleri ve kelimeleri yoğun bir şekilde "kavrayıp" manipüle eder ve mucizevi bir şekilde dili ve karmaşık dil bilgisi kurallarını absorbe eder. Dilin kavranmasının ardından düşüncelerin kavranması ve benlik ile ego bilincinin ilk ışıkları doğar.


Fiziksel kavrayış ve manipülasyon, duygusal ve zihinsel deneyimlerin ve fikirlerin kavranmasına zemin hazırlar. "Kavram" ve "algı" isimleri ile bunlara karşılık gelen fiiller olan "kavramak" ve "algılamak", temel Latince "capere" kökünden türetilmiştir; bu kök, "kavramak, eline almak, ele geçirmek" anlamına gelir. Bir fikri kavramak, onu yakalamaktır. Bir nesneyi algılamak, onu aktif duyularımızla tutmaktır. Ellerimizin kavrayışı, gerçekliği aktif bir iradeyle kavrayan ve hisseden diğer kavrayış ve hissetme biçimlerine bağlı dışsal bir proto-aktivitedir. Gözler de gerçeği "kavrayabilmek", gerçekten görmek, gözlem yapmak ve bir şeyle bağ kurmak için sadece pasif bir şekilde izlenim almak yerine aktif ve kasıtlı bir şekilde uzanmak zorundadır.


Ellerin etkinliği ve kavrayışı, sadece akıl ağımızın ilginç sinirsel ağını çok erken yaşlarda kurmaya yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda onu yaşamımızın en şekillendirici öğrenme yıllarından - doğumdan 21 yaşına kadar - ve yetişkinliğe kadar canlı, esnek ve aktif tutmaya katkıda bulunur. Ellerimizin düzenli, ritmik ve aktif bir şekilde katılımı olmadan, birçok sinir yolu kullanılmaz, az kullanılır veya hatırlanan ve tekrarlanan eylemler için etraflarında gerekli olan kalıcı miyelin kılıfını almaz. Dağınık ve kaotik kalır, kasılır ve kurur. Zihnimiz, gerçek potansiyellerinin alt gelişmiş yansımalarına indirgenmiş olurdu.


Ellerin ve Beynin Ortak Evrimi


The Hand: How It Shapes the Brain, Language and Culture (1998) adlı eserinde, önde gelen nörolog Frank Wilson, insan elinin evrimi ve insan gelişimindeki rolü üzerine yapılan en son araştırmalarla ilgili birçok içgörü sunmaktadır. Wilson, eserini “yaklaşık iki on yıl süren kişisel ve profesyonel deneyimlerden doğan bir meditasyon” olarak tanımlamıştır.


Wilson’un keşifleri, onu "sefalo-sentrik" (baş-merkezli) zeka görüşünden oldukça memnuniyetsiz hale getirmiştir; bu görüşe göre, tüm bilgi başın payesine verilir. O, insanın beynin, elin ve varlığımızın diğer yönlerinin birbirleriyle işbirliği yaparak ve birbirlerinin gelişimine katılarak bir bütün oluşturduğuna inanır.

Bu iyi yazılmış ve ulaşılabilir kitabı öğretmenlere, ebeveynlere, sanatçılara ve çocuk eğitimiyle ilgilenen herkese şiddetle tavsiye ediyorum ve bu nedenle vurgulamak istediğim bölümleri kalın harflerle yazdım.


“Beyin ve el arasındaki etkileşim ve bu iki organın birbirleriyle işbirliği yaparak gelişen ilişkileri, insan yaşamındaki öğrenme sürecinin özünü ve gizemini sadece belirtmekle kalmaz, aynı zamanda bunu kanıtlar. Bu, fiziksel, bilişsel, duygusal ve manevi olanın birleşimidir.”


“Öğrenme isteği, beyin ve ellerin birbirini canlandırarak sürekli yeniden şekillendiği ve öğrenme kapasitesinin kendi kişisel eylem laboratuvarımızı oluşturdukça sürekli olarak büyüdüğü bir süreçtir.”


“Büyüyen bir kanıtlar yığını, homosapiensin yeni-yerle temasından özgürleşmiş- elinde sadece ince manipülasyon ve alet kullanma becerisini değil, zamanla beynin devrelerini yeniden tasarlamak ya da yeniden yapılandırmak için bir itici güç kazandığını göstermektedir.”


“El, gelişen duyusal ve motor karmaşıklıklarını ve yeni olasılıklarını beyne yazarken, beynin de elin becerilerini yükseltiyor olması en olası görünüyor. Beyin, her zaman önceden yaptığı şeyleri yapmanın yeni yollarını ve yeni şeyler yapmanın yollarını ele sunuyor. Bunun karşılığındaysa el, beynin eski görevleri yeni yollarla ele almasını ve yeni görevleri üstlenip ustalaşmasını sağlıyor. Bu, beynin dünyayı temsil etmenin ve tanımlamanın yeni yollarını öğrenebileceği anlamına geliyor.”


“The Real Meaning of Hands-On Education” adlı, kitabıyla ilgili bir konferansında Wilson, elin evrimini ve ağaçlardan inip özel bir uzmanlık alanına girmesinin hayal edilen özgürlüğünü şöyle özetlemiştir:


"200.000 ile 100.000 yıl önce, el mevcut anatomik yapısına ulaşmış, beyin üç katına çıkmış, aletler daha karmaşık hale gelmiş; ilişkiler, ittifaklar, fikirler ve çalışmaların örgütlenmesi üzerine kurulu karmaşık bir toplum ortaya çıkmıştı. Bunlarla beraber kendimize homosapiens demeye başladık. Modern insan eli, yüzük parmağı ve serçe parmağını baş parmağa doğru hareket ettirme yeteneğine sahip olmuştu—bu hareket “ulner karşıtlığı” olarak adlandırılır. Ulner karşıtlığı, çok küçük bir anatomik değişikliğin muazzam sonuçları olan bir örnektir; çünkü elin kavrama potansiyelini ve manipülatif kapasitesini büyük ölçüde arttırmıştır. Ulner karşıtlığı, baş parmağın bir çekiç, tenis raketi veya golf sopası tutar gibi bir nesneyi avuç içine güçlü bir şekilde tutmasına olanak sağlamıştır. Bu yeni kavrayış, eğik sıkıştırma kavrayışı olarak adlandırılmıştır ve bu, yakın dövüşte büyük bir avantaj sağlamıştır; çünkü bu şekilde elde bir sopayı sıkıca tutabilir ve uzun bir kol ekseninde büyük bir yay boyunca sallayabilirsiniz."


"Ama ulner karşıtlığı aynı zamanda, elin neredeyse sonsuz bir nesne şekli yelpazesine uyum sağlama yeteneğini ve onları tam olarak, hassas bir şekilde veya gerekirse güçlü bir şekilde kontrol etme yeteneğini de sunmuştur. Küçük nesneler parçalanıp yeniden birleştirilebilir veya tamamen yeni nesneler haline getirilebilir ve bu nesneler birbirine bağlanabilir, parçalanabilir, yeniden bağlanabilir ve benzeri."


"Ulner karşıtlığının bu özelliği, modern insanlara özgüdür. . .bu etki, parmaklar arasında küçük nesnelerin avuçla temasa geçmeden manipüle edilmesini sağlayan gelişmiş hassas kavrayışta gözlemlenebilir."


"Elin büyük yuvarlak nesnelere uyum sağlama yeteneği, kısmen küçük ama güçlü içsel kasların hareketine bağlıdır. . .bu kaslar, elin kemerini korumaya yardımcı olur."


"Beynin, elin ince hareketlerini kontrol etme kapasitesinin, elin bu hareketleri gerçekleştirebilme biyomekanik kapasitesinden önce gelmesinin pek olası olmadığını göz önünde bulundurduğumuzda, oldukça şaşırtıcı ama kaçınılmaz bir sonuca ulaşırız: Modern elin biyomekaniği, ellerin beceri kullanımıyla ilgili davranışlar için gereken nörolojik makinelerin yaratılması için zemin hazırlamıştır. Eğer el, beynin inşa ettiği bir şey olmasaydı, neredeyse kesinlikle eski bir beynin el kontrolü için yeni bir sistem ve deneyim, biliş ve hayal gücü yaşamının yeni bir bedensel alanı oluşturmak üzere yapısal şablonu sağlamıştı."


"Beyin ,resmi habitatı olsa da, başın içinde yaşamaz. O, vücuda ulaşır ve vücutla birlikte dünyaya ulaşır. Beyin, elle; el de beyinle bağlantılıdır."


Son iki alıntı, filozof Kant’ın elin dış beyin olduğunu söylediği görüşüyle örtüşmektedir.


Wilson, el ve beyin fonksiyonlarının bu olağanüstü ilişkisi ve karşılıklı bağımlılığında; zeka ve öğrenme, konuşma ve dil, öz farkındalık, ego gelişimi ve hatta sağlığımız ve içsel özgürlük hissimizle ilgili derin başka sonuçlar da gözlemler:


"Kendi kendine üretilen hareket; düşüncenin ve iradeli eylemin temelidir; bu, fiziksel ve psikolojik koordinatların oluşmasına temel teşkil eden mekanizmadır. İnsanlar için el, hareketin organizasyonunda ve insan bilişinin evriminde özel bir role ve statüye sahiptir."


"Bildiklerimiz veya hayal edebildiklerimiz kadarıyla düşünce ve zeka, çocuğun dünyayla dokunma, koku, görme, işitme ve kinestezi yoluyla pasif ve aktif etkileşimlerinin hızla genişleyen koleksiyonunun toplamıdır. Daha spesifik olmak muhtemelen mümkün değildir."


"Takip ettikleri kesin sıralama soyut, hiyerarşik düzenlenmiş (öğrenme) sürecin etkisini gösterir. Yedi yaşındaki bir çocuk, beynindeki olgunlaşma değişimlerini göstererek (çubuk desenleri oluşturma sorununa) mimari bir yaklaşım sergiler. On bir yaşındaki birinin performansı ise düzenli değildir. O bir doğaçlamacı olmuştur. Hiyerarşik desen düşünme kullanımı şimdi o kadar güvenlidir ki, tekniğine tamamen entegre olmuştur, özgürleşmiştir. . .Şimdi, kesinlikle zeka ile davranıyordur."


"Çocuklarla çalışmanın bana verdiği fikir, tıpta pek tartışılmayan bir şeydir: Birçok hastalık—tıbbi hastalık ve duygusal "rahatsızlık"— gelişimde yaşanan bir eksikliğinin sonucudur. Bu, sadece bir psikolojik engeli kaldırarak elde edebileceğimiz bir şey değildir. Bu anlamda iyileşme, sürekli bir gelişim ve öğrenme sürecidir. Bu, insanların hayal ettiği gibi tek bir mucizevi olay değildir; bir katarsis ya da benzeri bir şeydir. Bu nedenle, insanlara sorunlarıyla yaklaşırken, giderek daha fazla soruyorum: “Ne öğrenemediler? Gelişimlerinde neyi kaçırdılar?”"


"Eğer el ve beyin birbirleriyle samimi ve uyumlu bir şekilde konuşmayı öğrenirse, insanların çok değer verdiği bir şey olan otonomi, şekil almaya başlar."


Hayvan uzuvlarıyla karşılaştırıldığında, ellerimiz garip bir şekilde uzmanlaşmamış ve neredeyse embriyonik kalmıştır, ancak burada büyük bir esneklik ve hareket özgürlüğü yatar. Sonsuz sayıda görevi yerine getirmeyi öğrenebilirler. İnsan elleri, çevresel olarak belirli amaçlar için sabitlenmekten kurtulmuş ve özgürlüğün temel organları haline gelmiştir; mobil, yaratıcı düşünme ve iletişim kurma kapasitesine sahip organlardır.


Konuşma ve Dil


Wilson, "konuşkan el" olarak adlandırdığı elin, jestlerinin ve konuşma gelişiminin arasındaki yakın ilişkiye önemli bir dikkat ayırmaktadır. Elin, insan dilinin başlatıcısı olma olasılığını araştırır. Bu amacı doğrultusunda, birçok başka araştırmacının görüş ve sonuçlarını incelemektedir.


[Rus psikolog] Vygotsky için, “iyi gelişmiş düşünce”, çocuğun sözel davranışının uzun bir metamorfoz sürecinden geçerek başlangıçta nesneye ait özellikler olan kelimelerin, tıpkı gerçek nesneler gibi, giderek daha fazla manipüle edilmesi ve birleştirilmesiyle ortaya çıkar.


Dilbilimciler Armstrong, Stokoe ve Wilcox, 1995’te yayımladıkları The Nature of Language (Dil Biliminin Doğası) adlı kitaplarında şunun sonucuna varırlar:


“Ellerini ve gelişmiş beyinlerini ve büyük ölçüde artmış göz-beyin-el sinir ağlarını kullanarak hominidler dilin icadını yapmış olabilirler—sadece bazı hayvanların sahip olduğu isimlendirme fonksiyonunu genişletmekle kalmayıp hem sözdizimi hem kelime dağarcığı hem de jestürel etkinlik ile birlikte gerçek bir dil bulmuşlardır.”


Artık diyebiliriz ki neredeyse tüm belirgin insan motor ve bilişsel becerileri, dil de dahil olmak üzere; tasarlama, inşa etme ve araç kullanma yeteneğimiz, sadece atma için kullanılan ardışık kol ve el hareketlerinin zamanlamasını kontrol etme kapasitesinin geliştirilmesinden başka bir şey olarak başlamamıştır.


Bu tür araştırmalar, Johannes Kiersch'in dil araştırmalarıyla kısmen örtüşmektedir:


“[Erken dil] bireysel formunu katılımcı taklit yoluyla değil, erken bebekliğe özgü motor etkinlik türüyle kazanır. Rudolf Steiner, 1923 ve 1924 yıllarındaki birkaç konferansında, konuşma kapasitesinin, bazı bacak, kol ve parmak hareketlerinin gerçekleşmesiyle nasıl bir şekilde yatkın hale geldiğini çok ince yollarla açıklar. Bu şekilde dilin cümlelerle yapılandırılması bacakların güçlü ve düzenli hareketleriyle, iyi telaffuz ise uyumlu kol hareketleriyle, konuşmanın modülasyonu için duygu ise çocuğun parmaklarında yaşamı deneyimlemesiyle önceden tahmin edilir."


Baş ve Kalp ve Eller Eğitimi


Son zamanlarda yapılan beyin araştırmalarının ve Wilson’un çalışmalarının eğitim ve temel eğitim sanatları, örneğin modelleme üzerindeki etkileri büyüktür. Wilson, gerçek, deneyimsel öğrenmenin insan yaşamındaki gerekli rolünü büyük bir riskle göz ardı ettiğimizi savunmaktadır.


"Türümüzün gençleri, çevrelerine tepki verecek ve kendi becerilerini ve anlayışlarını, en azından 100.000 yıldır her yeni Homosapiens'e sağlanan aynı temel plana göre geliştireceklerdir."


"El, öğrenme sürecinde ayrıcalıklı bir statüye sahiptir. Sadece bir katalizör değil, aynı zamanda genç çocuğun algısal, motor, bilişsel ve yaratıcı dünyası için deneysel bir odak noktasıdır."


"Her insanın gelişim yıllarında, ellerin, sinir devrelerimizin ve kapasitelerimizin önemli unsurlarını tasarlama ve oluşturmada kritik evrimsel rollerini tekrarlamaları ve oynamaları gerekir."


"Bir ebeveynin ya da öğretmenin, çocuğun merakını uyandırmayı uman ve öğrenmeye hazır olan çocuğa katılmayı isteyen herhangi birinin sahip olabileceği en güçlü taktik ellerle işe başlamaktır."


Wilson, nihayetinde kalp ve duyguların rolünü baş ve ellerle birleştirir. Araştırmasının hoş bir kısmı, ellerini çeşitli özel şekillerde kullanan bireylerin nitelikli vaka çalışmalarını içerir: jonglörler, cerrahlar, müzisyenler, kuklacılar, araba tamircileri, mühendisler, dağcılar vb. Röportajlar aracılığıyla ellerin yaratıcılığının inanılmaz derecede zenginleştirdiği ve güçlendirdiği başarılı yaşamları ve zihinleri keşfeder. Örneğin, bir cerrahın elleri üzerine yaptığı araştırma ile Wilson, “sadece elde tutulan nesneye eylemde bulunarak elde edilebilecek ve sonra beynin dokunsal ve kinestetik manipülasyon diliyle yazılacak bir bilgi” olduğunu deneyimler.


Bu daha kişisel araştırma yönünü değerlendirirken, Wilson kitabındaki en çarpıcı gözlemlerinden birine ulaşır:


"Kişisel keşif ve arzu, herhangi birini elleriyle bir şeyi iyi yapmayı öğrenmeye yönelttiğinde, işe güçlü bir duygusal yük kazandıran son derece karmaşık bir süreç başlar. İnsanlar, hedeflerin aktif, uzun vadeli takibi sırasında hareket, düşünce ve his birleştiğinde önemli ölçüde ve geri döndürülemez bir şekilde değişir."


Bir öğretmen olarak benim için bu özel birleşim hedeflediğimiz deneyimsel öğrenmenin kalitesi ve seviyesiyle de çok ilgilidir. Bu tür bir birleşim, çocuğun bütününün ve insanın ele alınması ve katılımı ile oluşur. Baş, kalp ve elleri bütüncül ve birleşik deneyimlerde entegre eder.


Kitabının Proloğu'nda Wilson, topluma ve eğitimcilere provokatif bir soru sorar: “Eğitim sistemi, elin yalnızca insanlığımızın bir metaforu ya da simgesi değil, aynı zamanda genellikle başarılı ve tatmin edici bir gerçek yaşamın odak noktası – kaldıraç ya da fırlatma rampası – olduğunu nasıl kabul eder ya da etmelidir?”


Bunu bir öğretmen olarak şu şekilde yanıtlarım: Eğitim entelektüel, duygusal ve iradi (istek) zeka kapasitelerinin kalıcı ve birleşik şekilde kazanılmasını başarmak için sanatsal-deneyimsel bir yöntem kullandığında derinlemesine güçlenir. Böyle bir eğitim, sanatçı yetiştirmeyi ya da üretmeyi amaçlamaz; ancak sanatların deneyimsel metodolojisini bilgi, yaşam değerleri ve sağlıklı pratik bir duygu elde etmek için kullanır. Herbert Read buna "Sanat Olarak Eğitim" demiştir, bu ifade Waldorf okullarında da kullanılır. Sanatlar süsleme değil, aksine eğitimde yenilenmenin büyük ölçüde kullanılmayan kaynağıdır. Bu “Beyin Nasıl Çalışır” konusuna adanmış 1998 yılı Kasım sayısındaki Educational Leadership dergisinde de dikkat çekmiştir:


"Görsel, işitsel ve motor sistemlerimiz bilişsel yetinin temel unsurları olduğundan sanatların gelişmesine ve korunmasına yardımcı olmak için ortaya çıkmış olma olasılıkları yüksektir... Beyin üzerine yapılan araştırmalar ve evrimsel psikoloji alanındaki kanıtlar, sanatların (dil ve matematik gibi işlevlerle birlikte) beyin gelişimi ve korunmasında önemli bir rol oynadığını giderek daha fazla göstermektedir - bu nedenle okulların çocuklara sanatsal alana doğrudan müfredat erişimi sağlamamaları ciddi bir meseledir. Sanat insan yaşamının pek çok öğesini kapsayan özellikle iki ana unsurda fazlasıyla entegre edicidir: (1) performans olarak adlandırdığımız gelişmiş motor becerileri (2) estetik olarak adlandırdığımız duyusal-motor yeteneklerimizin gelişimi... Hareket, hayat ve sanat için merkezi bir konumda yer alır. Neden bir beynimiz var? Bitkiler bir beynimiz olmadan da gayet iyi iş görüyor; birçok ağaç bizden çok daha uzun yaşıyor. Bizim beynimiz var; çünkü fırsatlara doğru hareket etmemizi ve tehlikelerden uzaklaşmamızı sağlayan kas sistemlerimiz var."


Benim için insan elinin şekli ve işlevi ile ince motor kas sistemleri eğitimin anahtarlarındandır. Garip bir şekilde bu yapı insan bütünlüğümüzün ve doğamızın hayal gücüyle oluşturulmuş bir minyatürünü içinde barındırır. Parmak uçlarımız inanılmaz derecede yoğun sinirler ve "görme" yetenekleriyle küçük algılama başlıkları gibidir. Avcumuzdaki boşluk; üzerinde tutabileceğimiz, tartabileceğimiz ve yargılayabileceğimiz duyguların yeridir. Elin alt kısmı ve güçlü karşıt baş parmak en gelişmiş kas yapısına sahiptir ve elin iradesini somutlaştırır. Çocuklarımıza elleriyle çalışmayı ve hayatı yaratıcı bir biçim, güzellik ve bilgelik ile doldurmayı sağlamalıyız.



Çeviren: Candan Çalışkan

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

© 2024, Kumkurdu Anaokulu

  • White Instagram Icon
bottom of page